29 Aralık 2012 Cumartesi

58mm ile Çıkıp 15 Yıl Yaşlanmak

Evet sevgili okur, ilginç bir başlık gibi duruyor. Bana da öyle gelmişti zaten :)
Ama önce bir oturun, güzel bir müzik açın. Alın elinize kahvenizi. Zira anlatacaklarım çok heyecanlı bugün. 

 

Gün içinde aldığımız kararların hayatımızı ne kadar etkilediğinin farkında mıyız acaba? Hiç denediniz mi bu konuda düşünmeyi? Ben düşündüm bugün. Hem de çok güzel bir olay buna sebebiyet verdi.



Soğuk bir gündü bugün. Yapraklar da kurumuştu zaten. Zamanın ne kadar çabuk geçtiğini yapraklardan iyi anlatan ne var ki çevremizde? Düşünsenize, dün yemyeşil olan bir orman, ertesi gün size sonbaharın geldiğini gösterebiliyor. Sapsarı her yer.

Bugün benim için sarı bir gündü. Soğuk ve sarı (evet kış aslında mavi ama olur öyle, bozma, sarı güzel gidiyor şu an :) )

Kararlarımız çok etkiliyor hayatlarımızı. Mesela bugün fotoğraf makinama 58mm objektif takmasaydım, belki de hayatın bu kadar sarı olduğunu farkedemeyecektim. Bana çok daha canlı renkler verebilirdi başka bir objektif. Ama seçimimi yapmıştım bir kere. Evren de buna göre bir yol çizmeye başladı karşıma...

Belki de bugün o güzel kafede kahvaltı etmeseydim, o güzel kahveyi içmeyecektim (Irish cream cappuccino, hayatın en güzel tatlarından birisi!). O güzel kahveyi içmeseydim, belki de o yoldan sola değil de sağa dönecektim.

Sola dönmeseydim, belki de fotoğraf makinemi hiç çıkartmayacaktım çantasından. Belki de hiç fotoğraf çekmeden eve dönecektim.

Fotoğraf makinemi hiç çıkartmasaydım gün ışığına, belki de insan fotoğrafı çekmek istemeyecektim. 58mm' nin yanımda olduğu aklıma bile gelmeyecekti belki de.

Fotoğraf çekmek için hazırlandığımda, müzik dinlemeye karar vermeseydim, belki de bugün her zamanki günlerden birisi gibi olacaktı. Kulaklarımda Scorpions notaları (When You Came Into My Life) dolaşmasaydı, belki de o sevdiğim kafeye gitmek aklıma gelmeyecekti.


Ama işte dedim ya, kararlarımız çok şey değiştiriyor hayatımızda. Ben kahve içtim, sola döndüm ve müzik dinlerken fotoğraf çektim. Çektiğim kuş fotoğrafı, beni o kafeye götürdü. Çünkü kafenin logosunda kuş var :)
Aklıma geldi, uzun zamandır gitmiyorum, gitsem ne güzel olur dedim, ve gittim...

Belki de geçtiğimiz akşamlardan birisinde, arkadaşlarımla buluştuğumda Guinness içmeseydim, bugün gittiğim kafede garsona o anıyı anlatamayacaktım.

O anıyı anlatmaya karar verdiğimde, belki de farklı bir garsonla konuşuyor olacaktım. Ama işte, evren önünüze bir kere çiziyor yolu :)

Guinness' in İrlanda' da fabrikasında sertifika dağıttığını anlattım. Sertifikalı barmen olabileceğinden bahsettim. Ve soğuk kış günlerinde içimizi ısıtacak bir Bailey's içmenin tadından bahsettik. Sonra St. Bernard köpeklerinden bahsettik. Boyunlarında taşıdıkları konyaktan bahsettik. Garson bir ara, eskiden nerede yaşadığından bahsetti.



15 yıl önce ben, çok soğuk bir yerde yaşıyordum. Soğuk havaya rağmen sıcacık arkadaşlarım vardı. Malesef neredeyse hepsiyle bağlantımız koptu, her birimiz ülkenin farklı uçlarında yaşantılarımıza devam ettik.

Ben bugün o kafeye gitmeseydim, 15 yıl önceki o arkadaşımla karşılaşamayacaktım :) Evet evet, 15 yıl önce yaşadığım o soğuk yerdeki, sıcacık arkadaşlarımdan birisi, bugün kafede konuştuğum o garsondu :) Dünya ne kadar küçük görüyor musunuz :) 15 yıl sonra, o soğuk yerden tam 1200km uzakta, bugün, bir kafede karşılaştık.

Ben bugün 58mm' yi takmasaydım fotoğraf makinama, 15 yıl öncesini hatırlamayacaktım. Sabah aldığım küçücük bir karar, beni 15 yıl eskiye götürdü bugün.

İşte böyle benim hikayem. 58mm ile 15 yıl yaşlandım :) Hayat kısa, anılar uzun. Kararlar anlık, yaşanmışlıklar sürekli. Dünya küçük, yürekler büyük.

Ve hayat sarı... Kimi zaman sıcak, kimi zaman hüzünlü. Ama sarı. Nasıl baktığınıza bağlı sadece.

En güzel anlarınız her anınız olsun :)

Düşüneyazdım...

Fotoyazıyordum, bugün de düşüneyazmak istedim.

Düşlerine mi yazdım, düşünerek mi yazdım? Belki de her ikisini de yaptım. Farkeder mi, yazdım sonuçta. Sen de okudun güzel okuyucu.


Bol kontrastlı hayatlar yaşıyoruz. Yaşantımızın tam ortasından geçen çizgiler var her saniyemizi birbirinden ayıran. Az önce farklı şeyler okuyorken, şimdi farklı şeyler okuyorsun. Her an değiştiriyoruz yaşadıklarımızı. Ne kadar farkındasın bunun?
Bazen farkında olmamalısın da. Karşına çıkan küçük sürprizler gibi görmelisin. Tadını çıkartmaya bakmalısın.

Ama siyah ve beyazın ne kadar tadına bakabilirsin ki? Siyah ve beyaz işte. Birbirine zıt iki renk. Hayat da siyah ve beyazlardan oluşmuyor mu? Yoksa saniyeler grileştiriyor mu? Hayatın grileşiyor mu? Anıların mı grileşiyor? Hatırlamak zorlaşıyor bazen anıları. Bugün siyah ve beyazı yaşarken, grileri görmek zor oluyor zamanın içinde.


Peki hayatlarımız gerçekten siyah ve beyaz mı sadece? Griler siyah ve beyazı oluştururken, maviye hiç mi yer yok yaşadıklarında? Ortalarda gezinmiyor musun hiç? Evet veya hayır mı bütün soruların cevabı? Bugün mutluyken yarın mutsuz mu olmalısın? Biraz mutlu biraz mutsuz olduğunda, hayatına sarı diyemiyor musun?
İlkbahara yeşil, kışa mavi, sonbahara sarı demek için siyah ve beyazı çıkartıyor musun hayatından?
Mutsuzken hayatın siyah da, mutluyken sadece beyaz mı? Pembelere yer vermiyor musun hayatında?



Biraz turuncuya yer yok mu hayatımızda? Sarı da ekleyip hüzünlenelim biraz. Kırmızılarla canlanıp, yeşil ile huzur bulalım. Moralimiz bozulduğunda hayatımız siyah olmasın. Mor geçsin gözümüzün önünden, lacivert görelim hayatı.

Pembe ekleyelim. Toz pembe ekleyelim.

Siyah ve beyazdan oluşmasın günlerimiz. Her bir saniyeyi renklendirelim. Güzel olmaz mı mavide bulmak umudu?


15 Aralık 2012 Cumartesi

Elinin Ayarını Bileceksin / Jupiter 9

Yeni bir yazı dizisinin ilk yazısının ilk cümleleri bunlar. 'Elinin Ayarını Bileceksin' adını verdiğim bu yazı dizisinde temelde manuel objektifler ve analog makinalar olmak üzere, fotoğrafta otomatik olmayan her tür şeyden bahsetmeyi düşündüm. Bu ilk yazıda da en sevdiğim manuel objektifim olan Jupiter 9 hakkında bir şeyler yazacağım. Haydin bre!



 Yukarıdaki Jupiter 9 linkine tıklayarak kısa bir incelemesine ulaşabilirsiniz lensimizin. Ben teknik detaylardan çok, kendisini neden çok sevdiğimi anlatacağım.




 Yine de biraz ansiklopedik bilgi vermek gerekirse, f/2 diyafram açıklığına sahip objektifimiz. 85mm fokal uzunluğa sahip. M42 bayonet. Bu yüzden objektifi kullanabilmek için nikon için m42 çevirici adaptöre ihtiyacımız var. İnternetten 20-30tl aralığında bulabilirsiniz bu adaptörleri.
Objektifin en önemli özelliklerinden birisi diyafram bıçağı sayısı. 15 bıçaklı diyaframı size öyle güzel bokehler veriyor ki, kullandıkça kullanasınız geliyor.

Flaş yüzünden bir ışık parlaması olmuş ama o ışığın parladığı yer aslında diyafram bıçaklarının bıraktığı açıklık


Objektifin diyafram ayarı normal manuel objektiflerden biraz farklı yapılıyor. Aşağıdaki fotoğraftan da görebileceğiniz üzere, objektifin en ucundaki diyafram halkasının arkasında başka bir halka daha var (Az tırtıklı olan halka. İki tane bol tırtığın arasında). İşte bu halkayı kullanmayı çözemediğiniz sürece büyük bir sorunla karşı karşıyasınız demektir :)


 Önce bu az tırtıklı halkayı sola doğru çeviriyoruz. Diyafram bıçaklarını en geniş konuma getiriyoruz. Daha sonra diyafram halkasından istediğimiz diyafram değerini ayarlıyoruz ve sonrasında ikinci halkamızı sağa çeviriyoruz çevirebildiğimiz kadar. Eğer ikinci halkayı sağa doğru çevirmezsek diyaframımız f/2' de kalıyor. Bu da bazı durumlarda istemeyeceğiniz bir sonuç.

Netlememizi bilindik şekilde, netleme halkası yardımıyla yapıyoruz. Elinizin ayarını bilmeniz gereken nokta burası işte :) Kullandığımız m42 adaptör eğer çipli değil ise, istediğiniz yeri netleyebildiğinizi anlamanın tek yolu gözünüze güvenmek. Çipli objektiflerde ise bu sorun ortadan kalkıyor. İstediğiniz yeri netlediğiniz zaman oradaki netleme noktası yanıp sönüyor. Buradan anlayabiliyorsunuz netlemeyi yaptığınızı.



Ben neden mi çok seviyorum bu objektifi? Açıkçası bilmiyorum :)
F/2 olması size çılgın bokehler sağlıyor ve bu gerçekten çok hoşuma gidiyor. Aşağıda bu bokehlerin ne kadar çılgınlaşabileceğiniz, arka planı ne kadar öldürebileceğinizi gösteren iki tane örnek fotoğraf var. Tabi ki google ile çok daha fazla örneğe ulaşabilirsiniz.




85mm' lik fokal mesafe bize portreler için delicesine güzel bir objektif hediye ediyor. Teoride 85mm fakat gerçekte öyle değil :)
Kullandığınız adaptör, objektifi malesef ki sensörden biraz uzaklaştırıyor (bendeki öyle en azından). Bu yüzden aslında 85mm olan objektifimiz 90mm civarında bir fokal uzaklık sağlıyor bize. Bir de dx bir makinada kullanıyorsanız çarpan etkisinden dolayı elinize 120-130mm gibi bir değer geçiyor. Çekmek istediğiniz objeden biraz uzak kalıyorsunuz bu yüzden :)

Uzak kalıyorsunuz dedim aklıma geldi. Jupiter 9' un minimum netleme mesafesi 80cm. Bu sayede fotoğrafınıza hiç kesme işlemi uygulamadan kadrajın tamamını dolduran fotoğraflar çekebilirsiniz.

Benim en sevdiğim yanı sanırım bu. 85mm dx çarpanı ve adaptörün getirdiği çarpan etkisiyle o kadar güzel bir fokal uzaklığa ulaşıyor ki, inanın bu objektifi makinamdan hiç çıkartasım gelmiyor. Evet sokakta belki bir 35mm' nin getirdiği avantajlar gibi artılarınız olamıyor fakat kullanmasını bilirseniz çok güzel manzaralar da çekebilirsiniz.


Gelelim bu objektifin dezavantajlarına. Birincisi ve belki de en önemlisi tabi ki manuel netleme zorunluluğunuzun olması. Fakat "elinizin ayarını bilirseniz" bu koşulu bir dezavantaj olmaktan çıkartabilirsiniz. Fotoğrafa manuel netleme yaparak başlamış bir kişi olarak bu sorunu çok nadir durumlar dışında hiç yaşamadığımı söyleyebilirim. Hatta aşağıdaki fotoğrafı bile çektim :)


Sonuç itibariyle olay sizin ne kadar hızlı netleyebildiğinize bağlı aslında. Oldukça hızlı hareket eden bir arı bile netlenebiliyorsa, manuel netlemenin çok da bir dezavantaj olduğunu söyleyemeyiz :)

İkinci olarak, adaptör kullanma zorunluluğunuz var demiştik. Bu zorunluluk, malesef ki sensör ile merceklerin arasında ayrıca bir cam daha girmesi anlamına geliyor aynı zamanda. Bu da fotoğrafta bir miktar kalite kaybına yol açıyor. Adaptörünüzün camı kirli olmadığı sürece "gözle görülür" derecede büyük bir kayıp değil bu fakat arada can sıkabiliyor.

Ne kadar büyük bir kayıp bu? Kararı siz verin;
 (Fotoğrafların üzerine tıklayarak büyük hallerini görebilirsiniz)

Bir de ben şöyle bir durumla karşılaştım. Objektif eski bir objektif olduğu için, elimde buna uygun bir parasoley yok. Alındığında yanında verildiyse bile bana kadar ulaşamamış :)
Bu da, güneşi arkanıza almadığınız sürece deliler gibi yansıma olarak size geri dönüş yapıyor. Ama bunu bir avantaja çevirebilirsiniz. Adaptörden kaynaklanan hafif kalite kaybıyla beraber, fotoğrafınız masalsı bir havaya bürünüyor :) 
Bunu açıkçası başka hiç bir objektif ile sağlayamadım. Doğal bir efekt uygulanmış gibi oluyor fotoğrafınıza.

   

Şimdilik yazacaklarım bu kadar bu harika objektif hakkında. Umarım bir gün siz de kullanma şansını elde edersiniz. Şu an ikinci elleri 200-250tl gibi bir değere sahip sanırım. Kesinlikle verdiğiniz parayı hak eden bir objektif olduğunu düşünüyorum. Pişman olmazsınız :)




En güzel anlarınız, her anınız olsun :)



10 Aralık 2012 Pazartesi

Tanrıların Şehri / III

Geldik bu serinin son yazısına. Pek hayal ettiğim gibi sürdüremedim malesef. Özellikle 2. yazı hakkında çok daha güzel düşüncelerim vardı ama olduramadım. Bir dahaki yazılara artık :)


  

Atina yolculuğum sabah saatlerinde başlamıştı. Önce kısa bir şehir turu yaptırmışlardı bize, sonra da Plaka denen bölgede "serbest zaman" adı altında salmışlardı bizi. Öğle saatlerinin o cayır cayır sıcağı altında, kadın cinsine üye kişilerle alışveriş yapmak ne kadar acı verici biliyor musunuz siz!



İyi ki yapmışım dediklerim neler?
- İyi ki o haritayı almışım. Yoksa hangi binanın ne olduğunu anlamak/takip edebilmek inanın çok zordu. En azından daha sonra "aa bu buymuş meğer" deme şansım oldu.
- İyi ki o ekmek aralarını almışız daha önceden. Yoksa şehirde yemek pahalı!
- İyi ki daha önceden bahsettiğim o pazarlığı yapmışım. Hala aklıma geldikçe titriyorum, 15€ verilir mi len 1 tişörte!




Keşkeler?
- Keşke 1-2 tane daha hatıra alsaydım. Hep böyle yapıyorum. Yetmiyor işte geldikten sonra...
- Keşke gezerken ufak ufak notlar alsaydım. Şimdi hatırlamakta bu kadar zorlanmazdım en azından.
- Keşke o güzelim Yunan tanrısı baskılı tişörtlerden alsaydım bir tane. 




İlginç?
- Esnafın Türk olduğunuzu öğrenince size daha bir samimi yaklaşmasını çok ilginç buldum. Beklemiyordum açıkçası böyle bir şey. Bir de neredeyse hepsi Türkçe konuşmaya çalışıyor sizinle. Anlaşılmıyor pek ama içiniz ısınıyor :)
- Bu kadar çok sanat galerisi olması ve insanların çok ilgi göstermesine çok şaşırdım. Ülkemizde böyle bir konsept yok, daha doğrusu var ama sanat galerilerinin takı dükkanı versiyonu var :)


Utanmıyorum. Bu pozu verdim. Yine olsa yine yaparım.
 
Bir de bunu söylemeden geçemeyeceğim. Şu meşhur pazarlık esnasında satıcı kadından bir laf yedim ki ne ömrüm boyunca unutamam sanırım! Olay aynen şu şekilde gerçekleşti; ben içeri girdiğimde elimde bir kutu bira vardı. Fix Hellas. Bira tatma ayinlerimden birisinin ortasındaydım o sırada (evet ben yürüyerek bira tadıyorum). Cebimde 15€ yok, biraz indirim yapabilir misiniz dediğimde "Bira almaya paran var ama" cevabı karşısında "aeooo, ııahh, hkgh" seslerinden başka anlamlı kelime türetememiştim :) Satıcı hanım bunu iyi niyetle, takılma amaçlı söyledi ama hayatımın ayarlarından birisini aldım o dakikalarda sevgili okuyucu :) Sanırım satıcı kadın çaresiz, acınası halimi gördü de konuyu değiştirdi :)



Evet... Şimdilik Tanrıların Şehri serisini sonlandırıyorum. Aklıma eklemek istediğim şeyler gelirse buraya kırmızı kırmızı fontlarla yazarım muhtemelen. Yukarıdaki fotoğrafı da Atina' dan ayrılırken Pire Limanı' nda çektim. Serinin son paragrafına uygun oldu :)

Dediğim gibi, hiç de beklediğim güzellikte getiremedim serinin devamını. Bundan sonraki yazılar için ders olsun bana bu. Planlı programlı yaz yazıları, " başlayayım yazmaya, devamı gelir" mantığı güzel değilmiş :)

Her türlü sorunuz için bana sağ taraftan veya aşağıdan ulaşabilirsiniz. 

En güzel anlarınız her anınız olsun :)

Tanrıların Şehri / II

Uzuuunca bir süre sonra Tanrıların Şehri serisinin devamını yazıyorum. Hayır hayır üşengeçlik değil bunun nedeni. Ders çalışmaktan tutun, orayı burayı gezmeye kadar pek çok bahane üretebilirim bu gecikmeyle ilgili. Ama üşengeçlik mi! Geciktirmeyi sevenler derneği üyesi olan ben bile üşengeçliği kabul etmem! Tamam edebilirim belki. Üstüme gelme!

 Parlamento Binası ve Meçhul Asker Anıtı


Yukarıdaki fotoğrafta da gördüğünüz gibi Parlamento Binasına gittim ben. Son zamanlarda özellikle önünde yapılan mitinglerde görmüş olabilirsiniz bu binayı. Yunanistan açısından gayet önemli kararların alındığı binalardan birisi olması dışında bir özelliği daha var bu yapının. Aşağıdaki fotoğrafta daha ayrıntılı görebileceğiniz üzere, binanın önünde bir anıt var. Evzon askerlerinin nöbet tuttuğu meçhul asker anıtı bu anıt. Şurada biraz daha ayrıntılı bilgiye ulaşabilirsiniz sanırım. 

 Meçhul Asker Anıtı

Bu anıtın sağında ve solunda nöbet tutan askerlerin Evzon birimine mensup olduğundan bahsetmiştik. Bu askerlerin özelliği etek giymeleri. Evet, etek giyen asker. Komik görünüyor ama sanırım onlar bu işi çok ciddiye alıyor.

   Nöbet değişimi yapan askerleri görebilirsiniz. Tabi ki fotoğraflarını çeken turistler de olmazsa olmaz :)

Buraya ayrıca fotoğrafını eklemediğim fakat ilk fotoğrafta görebileceğiniz bir şeyden bahsetmek istiyorum. Parlamento binasının önünde, sağ ve sol yakalarda bulunan basamak gibi duran yapılar. Bu yapılarda Megali İdea ile ilgili yazılar yer alıyor(muş). Temelde bize olumsuz yansıyan bir düşünce olsa bile mimari olarak güzel duruyor :)


 Academy of Athens

Evet fotoğrafın altına İngilizce yazdım, çünkü dilimize ne diye geçtiğini bilmiyorum.  
Bu güzel bina Academy of Athens arkadaşlar. Klasik Yunan mimarisini dibine kadar görebileceğiniz bir yapı. Ülkenin eğitim açısından en önemli binalarından birisi. Hemen yanında Ulusal Kütüphane ve Atina Üniversitesi bulunuyor. 




Academy of Athens' in alınlığında görülen bu minyatür heykellerde Yunan tanrıları bulunuyor. Her biri ayrı bir ustalık eseri resmen. Fotoğrafı tam boy açarsanız ne kadar ayrıntılı oyulduklarını rahatlıkla görebilirsiniz.




Bu güzel yapının hemen önünde ise iki güzel heykelle karşılaşıyoruz. Platon (Eflatun) ve Sokrates' i görüyoruz yukarıda. Bu iki güzel heykelin dışında Apollo ve Athena heykelleri de var. Bu ikisini ise bundan 2 fotoğraf yukarıda, sütunların üzerinde görebilirsiniz ;)


 Atina Üniversitesi


 Ulusal Kütüphane

Kütüphane binasının hemen önünde duran heykel Panaghis Athanassiou Vallianos' a ait. Bu şahıs ise kütüphanenin kurucularından birisi olarak geçiyor.
  


Alışveriş hakkında bir şeyler yazacağımı söylemiştim.


Karşılaşacağınız neredeyse her dükkanda bir savaş kaskı, bir tanrı heykeli, bir parthenon kabartması bulabilirsiniz. Fiyatlar dükkandan dükkana değişiklik gösterebiliyor yalnız buna dikkat etmeniz gerekiyor. Gidip de sadece magnet alarak dönmeyin derim. Gerçekten güzel hatıra eşyaları var.

Bir de dikkatimi çeken bir şey, kıyafet satan dükkan sayısı çok fazla. Ve bu kıyafetler gerçekten kaliteli. Ben de buna aldanıp bir dükkana girdim. T-shirt 15€ cevabıyla kendime geldim sonra. Türk kanı, geriye düşer miyim hiç! Ne kadara verirsin dedim en son. 10€ cevabı geldi. Bak dedim cebimde 6€ var, satarsan sat, yoksa hadi görüşürüz! Satıcı duraksadı, al bee dedi, Türk kardeşimi mi kırıcam!
Bu cevap karşısında birden kanım ısındı bizim komşuya :) Çünkü yolda kaç kişiyle konuşsam, Türk olduğumu duyduktan sonra hepsi ayrı bir samimiyetle yaklaştı bana. Bizim millet gibi değillerdi!

Yaptığım pazarlığın gururuyla Atina sokaklarında dolanırken birden tavan yapmış egomu indiren o şeyle karşılaştım.

 

İşte bununla! Atara atar, gidere gider yapan, gelene geçene sataşan bu dayı serçe kardeşimizle! Tam "Ufak bir serçeden ne olacak yahu!" diyerek uzaklaşacaktım ki hemen arkamda şununla göz göze geldim!



Bizim dayı serçenin karısı! O daha da atarlı!
Benim de bir muhabbet kuşum vardı zamanında. Şu an kendisi kuşlar cennetinde gününü gün ediyor! O da böyle atarlıydı :) Hatta öyle artis (evet artis. artist değil, artis) bir kuştu ki, kafesinden çıkartıp evde saldığımızda uçmazdı. Yürürdü sadece! Yanından geçene diklenirdi. Bir de salına salına dolaşırdı etrafta, "Benim ulen buralar! Yıkılın uleen!" diye naralar atardı kuş dilinde. Umarım gittiği yerde de hükümdarlığını kurmuştur bizim Limon :)

Bu dayı serçelerin bulunduğu meydan aslında önemli bir meydan.

  
Bu tadilat altındaki yapı Atina' nın en önemli katedrali. Şuradan daha ayrıntılı bilgiye ulaşabilirsiniz. Hemen bu fotoğrafı çektiğim yerin arkasında ise şu heykel bulunuyor:

  Son Bizans İmparatoru Constantine XI .


Zapion' dan bahsedeceğim demiştim, ne hatıralarımda, ne de fotoğraflarımda yeterli bilgiye ulaşamadım malesef. Eğer yeterli şeyler bulabilirsem ekleme yapacağım buraya.
Bu yazıyı "şimdilik" burada bitiriyorum. Yazıdan ziyade fotoğraf ağırlıklı bir yazı oldu bu. Yazılar da pek bilgi içermiyor zaten. Biraz üstünkörü oldu. Olsun, böyle olsun bu da :)

Tanrıların Şehri III yazısında keşke yapsaydım dediklerimden, iyi ki yapmışım dediklerimden bahsetmeyi planlıyorum temelde. Biralara kısa bir göz atabiliriz sanırım o yazıda.

En güzel anlarınız her anınız olsun :)

4 Aralık 2012 Salı

Gezi Maratonu / İstanbul ve Ankara

Sabah gezi maratonum neydi ne değildi bahsetmiştim. Şimdi de bu kelimelerin yazıldığı ana kadar gezdiğim yerlerden bahsetme sırası geldi.

İstanbul


 Ay o parlayan şey.

İstanbul' da çektiğim bütün fotoğraflar (zaten 3-5 tane var) gece çekildi. Bu yüzden pek kaliteli şeyler beklemeyin söyleyeyim :)

İstanbul gezim toplam 3 gün sürdü. Zaten ilk ve son gün yolda geçtiği için (Eskişehir-İstanbul 5 saate yakın sürüyor) ben 1 gün gezebildim İstanbul' u. O gün de süper şeyler oldu.

Önce arkadaşımla sabah kahvaltısı yapalım dedik. Kabataş civarından başlayan yürüyüşümüz sahil şeridi boyunca devam etti. Beşiktaş civarında kıyıdan uzaklaşıp kahvaltı edeceğimiz yere doğru yollandık ve o dükkanı gördüm. Kaymakçı Pando.

Çok eski bir dükkan, eski masalar, eski kafalar. Tahminlerime (ve aklımda kalan 1-2 bilgi kırıntısına göre) 87 yaşında olan Pando amca, siz masaya oturduğunuzda geliyor ve siparişinizi alıyor. Ama o siparişte illa ki bal-kaymak olacak! O kadar ısrarla "bal-kaymak?" diye soruyor ki, almak istemeseniz bile alacağınız tutuyor. Yediğim yumurtanın diğerlerine göre çok büyük bir artısı olmadığını tadınca, "aslında çok güzel olmayan ama çok güzelmiş gibi lanse edilen" yerlerden birisine geldiğimi düşünmüştüm. Bal-kaymak tabağı geldiğinde ise dünyam döndü! Ben hayatımda böyle güzel kaymak yememiştim bugüne kadar. Ciddiyim, o kendine has tadı, dışarıdan aldığınız kaymaklardaki gibi olmayan yoğunluğu, kendine has kokusuyla inanılmaz bir güzellik daha keşfetmiş oldum dünyada. Balı ekmeği bir kenara bırakıp sadece kaymak yiyesiniz geliyor.
Yanında bir de sütün tadı da güzel olunca, memnuniyetim tavana doğru yükselişe geçti. Maksimum olması için fiyatların da ucuz olması gerekiyordu ki işte sorunun başladığı yer burası. Belli bir fiyat yok sanırım dükkanda :) Evet evet, belli fiyatlar yok bildiğiniz. Bizden önce kalkan, bizden daha çok yiyen yan masanın hesabı 20tl tutmuştu. Bizim hesabımız da 20tl tuttu, bizden daha az yiyen arka masanın da hesabı 20tl tuttu :) Sanırım Pando amca kafasına göre bir hesap çıkartıyor size :)
20tl, 2 kişi olarak yediklerimiz için uygundu. Pek pahalı değil yani dükkan. Mutlaka gidip denemenizi tavsiye ederim.

Karınlar doydu, tansiyonlar fırladı, sırada günlük spor vardı. Beşiktaş civarından yürümeye devam ettik, Ortaköy' e geldiğimizde o bilindik fotoğrafları çektik. Şimdi buraya koyup da kendimi kimseye rencide etmek istemiyorum :)

Geri döndük iskeleye ve Kadıköy' e geçtik vapur yardımıyla. Kadıköy' de de stadyumun etrafına kadar gidip geldik ve buradaki fotoğrafları çektiğim yer olan Kadıköy-Karaköy vapuruna bindik. Geçmişte Erzurum, Edirne, Keşan' da yaşamış ve şimdi de Eskişehir' de yaşayan birisi olarak herkese soğuk gelen havanın bana normal gelmesini garipsedi insanlar tabi ki. Ben dışarıda çılgın rüzgar ve yağmura aldırmadan fotoğraf çekerken "a a deli mi ne!" bakışları çok da umrumdaydı sanki!


 Karaköy' de buluştum arkadaşlarımla. Resmi olarak o günkü gezilerim bitmiş oldu böylece :)
Ama yeni paragrafa geçmeden önce söyleyebileceğim bir şey var ki, Karaköy rıhtımdaki barlar güzel, Ortaköy kıyıdaki kafeler kötü. Neden demeyin, öyle işte. Yok yok, çaya ederinin 2 katı kadar para verdiğimiz için değil. Değil öyle. Değildir yani...

Gezinin ikinci ayağı olan son günümde ise Bakırköy topraklarında gezindi ayaklarım. Bakırköy ile ilgili söyleyeceğim tek bir şey var. Birisi, ah o diş ağrısı! Tükenen ağrı kesici stoklarım bana pazar sabahı nöbetçi eczane arattı. Yine de işe yaramadı ağrı kesiciler. Sonradan öğrendiğime göre diş köküme yerleşmiş bir kistim varmış. Kendileri dalga geçti bütün gün benimle. Ağrı kesicilere bana mısın demedi, gün boyunca dalga geçti resmen.

Geri dönüş yolculuğumda da beni yalnız bırakmayan kist, sürekli ben burdayım diyerek yolculuğu ızdırap haline getirdi. Ama kendisine savaş açtım, ölecek yakında!!!

 Evet bol grenli bir fotoğraf. Özellikle ama onlar. Valla bak.


Ankara


 İkinci ayak olan Ankara' da ise burada yayınlamalık toplam 1 fotoğraf var! Evet evet, 1! O yüzden biraz daha kısa tutacağım bu yazıyı.


Bir teknik gezi için gittim aslında Ankara' ya. O yüzden ilk olarak Tübitak UZAY' dan bahsetmek istiyorum. ODTÜ içerisinde yer alan enstitünün şu andaki en önemli projesi, 4 Aralık itibariyle, 15 gün sonra uzaya gönderilecek olan Göktürk 2 uydusu. Daha önce gönderilen Rasat' a göre amaçları biraz daha farklı bu uydunun. Kolayca bulabilirsiniz bunları.
Her ne kadar geç kalınmış da olsa, bu tür gelişmelerin olduğunu canlı canlı görebildiğim için şanslı hissediyorum kendimi. Göktürk 2' nin askeri özelliklerinden dolayı bundan sonra enstitüye öğrenci kabulu olmayabilirmiş. Bu yüzden hissettiğim şans miktarı biraz daha artıyor :)
Uydu yapan birisiyle konuşmak, şu anda uzayda dolanan uydunun birebir maketlerini görmek, bu gelişmelerin gerçekten olduğunu görmek çok farklı hisler arkadaşlar. Hele bir de uzaya biraz ilginiz varsa karşınızda durup sizinle konuşan "uydu yapan abi" profili size çok şey katabilir.

Bir sonraki durağımız Hacettepe Teknokent AŞ oldu. Fakat buradan bahsetmek istemiyorum. Bahsedebileceğim pek bir şey yok çünkü. Hiç bir şey katmadı bana gezinin bu bölümü. Eğer merak ediyorsanız buyrun burada bilgiler var.

Anıtkabir ziyaretinden sonra benim gezim başladı :) Yanımdaki bir arkadaşlımla Ankara sokaklarını arşınlamaya başladık. İkimizin de bilmediği bir şehir olan Ankara' da tek yol göstericimiz Google Maps oldu. "Buradan dönmeliyiz", "karşıdaki bina şu şu bakanlık binası", "aa bak bu caddenin adı şuymuş buymuş" cümlelerimizi Google Maps' e borçluyuz. E tabi elinizde navigasyon varken gezmek kolay olur değil mi? Değil. Kaybolduk :)

Evet elimizde harita ve pusula olmasına rağmen bildiğiniz kaybolduk :) Nasıl başardık bunu? Şöyle ki, Anıtkabir' den Kızılay' a gitmek için kendimize bir rota çizdik. "İlk sapaktan sola, sonrakinden sağa, sonra yine sağa döndük mü 10dk' da ver elini Kızılay" planımız tutmadı. İkinci sapaktan sağ yerine sola dönünce tutmaz tabi :)
Daha sonra (çok sonraya tekabül ediyor bu zaman dilimi) kaybolduğumuzu anlayınca aklımıza gelen haritaya bakmak fikri, bizi yakınımızda görünen TBMM' ye götürmeye ikna etti. Ancak ve ancak süper yön bulma yeteneklerimize bakın ki, orayı da bulamadık :) Nasıl bulamadık? Normalde bizi hemen TBMM' nin önüne çıkartacak olan caddeyi trafiğe kapatırsa polisler, kayboluruz tabi.
Yine daha sonra (bu da çok sonraya tekabül ediyor) aklımıza gelen haritaya bakma fikrine güvenerek, Milli Kütüphane' ye gittik. Bunu nasıl başardık biliyor musunuz? Önümüzdeki dümdüz caddenin sonunda görünüyordu kütüphane de öyle kaybolmadık :) Yoksa yine kaybolacağımızdan emindim :)
Sonra da Anıtkabir' e geri döndük zaten. Böylece bol bol etrafa bakınmalı bir yürüyüş yapmış olduk.

Burada size söyleyeceğim tek şey, elinizde harita, hele hele online bir harita varsa ve kaybolmak istemiyorsanız kullanın o haritayı.



İşte gezi maratonumun şimdilik tamamlanan bölümleri bunlar. Bundan sonraki 2 gezi, fotoğrafa daha çok yer vereceğim geziler olacak çünkü ikisinde de muhtemelen yalnız olacağım. Ve ikisi de okula veya arkadaşlara bağlı olmayan geziler olacak.

Ben gezerken çok eğlendim, umarım siz de okurken eğlenmişsinizdir. Herhangi bir sorunuz olursa yorum atarak veya sağ taraftaki iletişim bilgilerini kullanarak bana sorabilirsiniz.
En güzel anlarınız her anınız olsun :)

Gezi Maratonu

Evet uzun zamandır bloga yeni yazı eklemedim. Ama güzel şeyler olduğundan dolayı böyle oldu :)

Başlığa da yazdığım gibi, bir gezi maratonu içerisindeyim bu aralar. 2 hafta önce başladı, ilk durağım İstanbul oldu. Bazı arkadaşlarımla buluşmaktı asıl amaç, fakat baktım bol bol boş zaman var, neden gezmeyeyim dedim. Böylece bu maraton kendi kendine başlamış oldu. Sırtçantalı olarak gerçekleştirdim/gerçekleştiriyorum, bol bol yürüdüm/yürüyorum. Şehirler arası ulaşım hariç herhangi bir toplu taşıma aracı kullanmamaya özen gösterdim/gösteriyorum.

Şu an İstanbul ve Ankara olmak üzere maratonda 2 adımı tamamladım. Gezilerim genelde günübirlik oluyor. Bunun getirdiği en önemli sorun, çoğu yeri hakkıyla gezememek oldu. Daha detaylı gezilerde "aklımda bulunmalık bilgiler" toplamış gibi hissediyorum kendimi :)
Bu hafta sonu (sınavlarımdan dolayı bir sonrakine ertelenebilir) Kütahya, ondan bir sonraki hafta sonu ise Konya' ya gitmeyi planlıyorum. "Oraya gidip de bunu görmeden/yapmadan gelme" dediğiniz şeyler varsa bana yazabilirsiniz.

Akşama İstanbul ile ilgili bir yazı yazmayı düşünüyorum. Ankara' yı da yazabilirim belki. Hiç belli olmaz.

En güzel anlarınız her anınız olsun :)


12 Kasım 2012 Pazartesi

Çantamda Neler Var ?

Uzun süredir ekipmanlarla ilgili bir şeyler yazmak istiyordum. Bir şeyleri ertelemeden duramayan insanlar topluluğunda önemli bir mevkiye sahip olduğum için, bu özelliğime uygun davranmam gerektiğini düşündüm (kıvırmacalar kıvırmacalar..)

Hadi ekipmanla ilgili yazacaksın, ne yazacaksın? Objektiflerden mi bahsedeceksin? Analog makinalarını temizlerken bir iki fotoğraf çekip yazı mı yazacaksın? Yoksa dijital makinanı mı cümle aleme göstereceksin? Bu soruları sordum kendi kendime. I ıh dedim hiçbirisi. Bir kere o kadar bilgili olduğumu düşünmüyorum. Ne adamlar var patır patır objektif incelemesi yapıyorlar. Ben de hadi bari çantamla ilgili bir şeyler yazayım dedim (Evet çantam konusunda çok bilgiliyim. Çok araştırdım almadan önce). Ama daha önce bunun hem fotoğraflı hem videolu hem de yazılı incelemesini yaptığım için yeni bir şey gibi gelmedi bana. O zamansa çantayla ilgili olan ve içinde ekipman içeren bir şeyler yazayım dedim. Aşağıda okuyacağınız yazı geldi aklıma. Haydin bakalım!

Giriş yazısı yazmak zor geliyordu. Ama yavaş yavaş farkediyorum ki, başladıktan sonra durabilmekmiş zor olan :)

Ne inceleyeceğim? Hiç bir şey incelemeyeceğim. Sadece ve sadece, günlük kullanımda, "çantamda ne var, neden var" bunlar hakkında bir şeyler yazacağım.

Benim çantam pek de öyle "at omzuna dolaş" çantalarından değil. Kocaman bir sırt çantası. Bildiğin kocaman ama. Hatta boyut karşılaştırması açısından bakın;


En soldaki büyük şey sırt çantası. Sağdaki ufaklığı sadece gövde ve ucuna takılı bir objektif (ki 70-300 olamıyor o objektif) alacağım zaman yanımda taşıyorum. Cep telefonunu da boyutları biraz daha net canlandırabilmeniz için koydum oraya.

Şimdi içindekilere bakalım. Yukarıdaki fotoğrafta öksürüyor gibi duran çantam, bir adet ağız sahibi olduğu için öyle duruyor. Bakın neler alıyor o ağız;


Bir de yanlarına D7000 ve ucuna takılı 18-105 objektif geliyor. Başka da bir şey koymalık yer kalmıyor pek. Yer kalıyor aslında ama ben hala olması gereken düzenlemeyi bulamadım sanırım :)

Sonra, bu bölmenin tam üstünde yer alan günlük kullanım bölmesi var. Orası da şöyle bir şey;


Bunun içinden de şunlar çıkıyor;


Tabi ki booool bol alan var daha. 2-3 su şişesi, 1 tane 200mm' lik objektif ve başka bir kaç ıvır zıvır daha koyduğum oluyor çoğu zaman.

Bir de düzenlerini hiç bir zaman sağlayamadığım ön gözler var ki onlar da şöyle durup, şunları içeriyorlar;



Bunların yanına ıslak mendil ve selpak da ekleniyor çoğu zaman.

Çantayı açtığınız zaman karşılaşacağınız iki şey daha var ki onları yukarıdaki fotoğrafları elde etmek için kullandım. Onlara da bir iade-i itibar anlamında;


Bir de çantanın dizüstü bilgisayar bölmesine hırka/yağmurluk koyuyorum her zaman. Böylece sıradan bir günde dışarı çıktığımda çantamda olan şeyleri anlatmayı tamamlamış oluyorum. Çok ağır olmuyor. Ama okula giderken de bundan başka çanta almadığım için bir de kitap defter ekleniyor çantaya ki aman diyeyim o zaman :)

Çok kısa oldu bu yazı yav. Pek hoşuma gitmedi. Ekipmanlarla ilgili başka yazılar da yazmayı düşünüyorum kısa zamanda. Atina yazısı da aklımın bir köşesinde, onu da muhtemelen bu hafta sonu yazacağım.

En güzel anınız her anınız olsun :)

Ekleme: Mp3' ü koymayı unutmuşuz yahu :)
Ekleme2: İlaçlar da var tabi. Ağrı kesici taşıyorum. Yara bandı taşıyorum. Yeni bir ekleme gelene kadar hepsi bu :)