4 Aralık 2012 Salı

Gezi Maratonu / İstanbul ve Ankara

Sabah gezi maratonum neydi ne değildi bahsetmiştim. Şimdi de bu kelimelerin yazıldığı ana kadar gezdiğim yerlerden bahsetme sırası geldi.

İstanbul


 Ay o parlayan şey.

İstanbul' da çektiğim bütün fotoğraflar (zaten 3-5 tane var) gece çekildi. Bu yüzden pek kaliteli şeyler beklemeyin söyleyeyim :)

İstanbul gezim toplam 3 gün sürdü. Zaten ilk ve son gün yolda geçtiği için (Eskişehir-İstanbul 5 saate yakın sürüyor) ben 1 gün gezebildim İstanbul' u. O gün de süper şeyler oldu.

Önce arkadaşımla sabah kahvaltısı yapalım dedik. Kabataş civarından başlayan yürüyüşümüz sahil şeridi boyunca devam etti. Beşiktaş civarında kıyıdan uzaklaşıp kahvaltı edeceğimiz yere doğru yollandık ve o dükkanı gördüm. Kaymakçı Pando.

Çok eski bir dükkan, eski masalar, eski kafalar. Tahminlerime (ve aklımda kalan 1-2 bilgi kırıntısına göre) 87 yaşında olan Pando amca, siz masaya oturduğunuzda geliyor ve siparişinizi alıyor. Ama o siparişte illa ki bal-kaymak olacak! O kadar ısrarla "bal-kaymak?" diye soruyor ki, almak istemeseniz bile alacağınız tutuyor. Yediğim yumurtanın diğerlerine göre çok büyük bir artısı olmadığını tadınca, "aslında çok güzel olmayan ama çok güzelmiş gibi lanse edilen" yerlerden birisine geldiğimi düşünmüştüm. Bal-kaymak tabağı geldiğinde ise dünyam döndü! Ben hayatımda böyle güzel kaymak yememiştim bugüne kadar. Ciddiyim, o kendine has tadı, dışarıdan aldığınız kaymaklardaki gibi olmayan yoğunluğu, kendine has kokusuyla inanılmaz bir güzellik daha keşfetmiş oldum dünyada. Balı ekmeği bir kenara bırakıp sadece kaymak yiyesiniz geliyor.
Yanında bir de sütün tadı da güzel olunca, memnuniyetim tavana doğru yükselişe geçti. Maksimum olması için fiyatların da ucuz olması gerekiyordu ki işte sorunun başladığı yer burası. Belli bir fiyat yok sanırım dükkanda :) Evet evet, belli fiyatlar yok bildiğiniz. Bizden önce kalkan, bizden daha çok yiyen yan masanın hesabı 20tl tutmuştu. Bizim hesabımız da 20tl tuttu, bizden daha az yiyen arka masanın da hesabı 20tl tuttu :) Sanırım Pando amca kafasına göre bir hesap çıkartıyor size :)
20tl, 2 kişi olarak yediklerimiz için uygundu. Pek pahalı değil yani dükkan. Mutlaka gidip denemenizi tavsiye ederim.

Karınlar doydu, tansiyonlar fırladı, sırada günlük spor vardı. Beşiktaş civarından yürümeye devam ettik, Ortaköy' e geldiğimizde o bilindik fotoğrafları çektik. Şimdi buraya koyup da kendimi kimseye rencide etmek istemiyorum :)

Geri döndük iskeleye ve Kadıköy' e geçtik vapur yardımıyla. Kadıköy' de de stadyumun etrafına kadar gidip geldik ve buradaki fotoğrafları çektiğim yer olan Kadıköy-Karaköy vapuruna bindik. Geçmişte Erzurum, Edirne, Keşan' da yaşamış ve şimdi de Eskişehir' de yaşayan birisi olarak herkese soğuk gelen havanın bana normal gelmesini garipsedi insanlar tabi ki. Ben dışarıda çılgın rüzgar ve yağmura aldırmadan fotoğraf çekerken "a a deli mi ne!" bakışları çok da umrumdaydı sanki!


 Karaköy' de buluştum arkadaşlarımla. Resmi olarak o günkü gezilerim bitmiş oldu böylece :)
Ama yeni paragrafa geçmeden önce söyleyebileceğim bir şey var ki, Karaköy rıhtımdaki barlar güzel, Ortaköy kıyıdaki kafeler kötü. Neden demeyin, öyle işte. Yok yok, çaya ederinin 2 katı kadar para verdiğimiz için değil. Değil öyle. Değildir yani...

Gezinin ikinci ayağı olan son günümde ise Bakırköy topraklarında gezindi ayaklarım. Bakırköy ile ilgili söyleyeceğim tek bir şey var. Birisi, ah o diş ağrısı! Tükenen ağrı kesici stoklarım bana pazar sabahı nöbetçi eczane arattı. Yine de işe yaramadı ağrı kesiciler. Sonradan öğrendiğime göre diş köküme yerleşmiş bir kistim varmış. Kendileri dalga geçti bütün gün benimle. Ağrı kesicilere bana mısın demedi, gün boyunca dalga geçti resmen.

Geri dönüş yolculuğumda da beni yalnız bırakmayan kist, sürekli ben burdayım diyerek yolculuğu ızdırap haline getirdi. Ama kendisine savaş açtım, ölecek yakında!!!

 Evet bol grenli bir fotoğraf. Özellikle ama onlar. Valla bak.


Ankara


 İkinci ayak olan Ankara' da ise burada yayınlamalık toplam 1 fotoğraf var! Evet evet, 1! O yüzden biraz daha kısa tutacağım bu yazıyı.


Bir teknik gezi için gittim aslında Ankara' ya. O yüzden ilk olarak Tübitak UZAY' dan bahsetmek istiyorum. ODTÜ içerisinde yer alan enstitünün şu andaki en önemli projesi, 4 Aralık itibariyle, 15 gün sonra uzaya gönderilecek olan Göktürk 2 uydusu. Daha önce gönderilen Rasat' a göre amaçları biraz daha farklı bu uydunun. Kolayca bulabilirsiniz bunları.
Her ne kadar geç kalınmış da olsa, bu tür gelişmelerin olduğunu canlı canlı görebildiğim için şanslı hissediyorum kendimi. Göktürk 2' nin askeri özelliklerinden dolayı bundan sonra enstitüye öğrenci kabulu olmayabilirmiş. Bu yüzden hissettiğim şans miktarı biraz daha artıyor :)
Uydu yapan birisiyle konuşmak, şu anda uzayda dolanan uydunun birebir maketlerini görmek, bu gelişmelerin gerçekten olduğunu görmek çok farklı hisler arkadaşlar. Hele bir de uzaya biraz ilginiz varsa karşınızda durup sizinle konuşan "uydu yapan abi" profili size çok şey katabilir.

Bir sonraki durağımız Hacettepe Teknokent AŞ oldu. Fakat buradan bahsetmek istemiyorum. Bahsedebileceğim pek bir şey yok çünkü. Hiç bir şey katmadı bana gezinin bu bölümü. Eğer merak ediyorsanız buyrun burada bilgiler var.

Anıtkabir ziyaretinden sonra benim gezim başladı :) Yanımdaki bir arkadaşlımla Ankara sokaklarını arşınlamaya başladık. İkimizin de bilmediği bir şehir olan Ankara' da tek yol göstericimiz Google Maps oldu. "Buradan dönmeliyiz", "karşıdaki bina şu şu bakanlık binası", "aa bak bu caddenin adı şuymuş buymuş" cümlelerimizi Google Maps' e borçluyuz. E tabi elinizde navigasyon varken gezmek kolay olur değil mi? Değil. Kaybolduk :)

Evet elimizde harita ve pusula olmasına rağmen bildiğiniz kaybolduk :) Nasıl başardık bunu? Şöyle ki, Anıtkabir' den Kızılay' a gitmek için kendimize bir rota çizdik. "İlk sapaktan sola, sonrakinden sağa, sonra yine sağa döndük mü 10dk' da ver elini Kızılay" planımız tutmadı. İkinci sapaktan sağ yerine sola dönünce tutmaz tabi :)
Daha sonra (çok sonraya tekabül ediyor bu zaman dilimi) kaybolduğumuzu anlayınca aklımıza gelen haritaya bakmak fikri, bizi yakınımızda görünen TBMM' ye götürmeye ikna etti. Ancak ve ancak süper yön bulma yeteneklerimize bakın ki, orayı da bulamadık :) Nasıl bulamadık? Normalde bizi hemen TBMM' nin önüne çıkartacak olan caddeyi trafiğe kapatırsa polisler, kayboluruz tabi.
Yine daha sonra (bu da çok sonraya tekabül ediyor) aklımıza gelen haritaya bakma fikrine güvenerek, Milli Kütüphane' ye gittik. Bunu nasıl başardık biliyor musunuz? Önümüzdeki dümdüz caddenin sonunda görünüyordu kütüphane de öyle kaybolmadık :) Yoksa yine kaybolacağımızdan emindim :)
Sonra da Anıtkabir' e geri döndük zaten. Böylece bol bol etrafa bakınmalı bir yürüyüş yapmış olduk.

Burada size söyleyeceğim tek şey, elinizde harita, hele hele online bir harita varsa ve kaybolmak istemiyorsanız kullanın o haritayı.



İşte gezi maratonumun şimdilik tamamlanan bölümleri bunlar. Bundan sonraki 2 gezi, fotoğrafa daha çok yer vereceğim geziler olacak çünkü ikisinde de muhtemelen yalnız olacağım. Ve ikisi de okula veya arkadaşlara bağlı olmayan geziler olacak.

Ben gezerken çok eğlendim, umarım siz de okurken eğlenmişsinizdir. Herhangi bir sorunuz olursa yorum atarak veya sağ taraftaki iletişim bilgilerini kullanarak bana sorabilirsiniz.
En güzel anlarınız her anınız olsun :)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder