4 Ağustos 2014 Pazartesi

Ottokar'ın Şehri II

Nerede kalmıştık? Ah evet... Prag kalesi diyordum, Tenten diyordum...
Bohemya' ya tekrar hoşgeldiniz :)


Prag ile ilgili ilk yazıda astronomik saat kulesinden bahsetmiştik genel hatlarıyla. Bu sefer sizlere Prag Kalesini anlatmak istiyorum. Her zamanki gibi, önce biraz ansiklopedik bilgi ile başlayalım.
Guinness rekorlar kitabına göre en büyük tarihi kale olan Prag Kalesi, 9. yy'dan başlayıp 14. yy'a kadar uzanan bira yapım tarihçesine sahip. Şu an Çek Cumhuriyeti Devlet Başkanlığı Sarayı olarak kullanılan kalenin konaklayanları, savaşlar süresince pek çok sefer el değiştirmiş. Buna bağlı olarak kalenin görevi de değişmiş. Daha fazla bilgi için : Tıkla


Yukarıdaki fotoğrafta yan girişini gördüğümüz kale, işte bu görüntüyle karşılaştığım an beni olduğum yerde dondurdu. Tenten' in çoğunlukla kurgusal yerlerde geçen hikayeleri, yine çoğu zaman bazı yerlerden esinlenilmiş mekanlar içeriyordu. (Sonunda bağlayabildik giriş paragraflarını :) )

http://upload.wikimedia.org/wikipedia/tr/thumb/a/aa/Ottokarinasasi.jpg/250px-Ottokarinasasi.jpg 

Esinlenildi demiştik ya, işte Tenten' in yukarıdaki macerasında, kapakta da görebileceğiniz Ottokar' ın Sarayı aslında Prag Kalesi oluyor :) Ottokar da Bohemya krallarından 2 tanesinin adı. Hikayede olaylar kurmaca bir Balkan ülkesi olan Sildavya' da geçiyor. Gerçek hayattan esintiler ve kurgunun mükemmel bir bileşimi şeklinde ilerleyen hikayede bir ara Türklerden de bahsediliyor. Daha fazla ayrıntı vermeyeceğim. Link de vermeyeceğim, bu mükemmel çizgi roman serisini okumanızı tavsiye ediyorum. Şu an basılmış 24 cildi var, yerkürenin çeşitli yerlerinde geçiyor maceralar. Hatta hatırlayanlarınız olacaktır, eskiden çizgi filmi de vardı Tenten' in. Konudan sapmadan toparlayalım, işte ben bu esinlenmeyi tamamen aklımdan çıkartmış olarak Prag Kalesi' ni birden karşımda görünce yaşadığım sevinci anlatamam size :)


Sarayın ana kapısından girince sizi bu kapı karşılıyor. Saray avlusundaki manzara da şu şekilde :


Dediğim gibi kale hala resmi görevine devam ediyor. Buna bağlı olarak, benim de denk geldiğim gibi, Çek Cumhuriyeti devlet görevlileri (başbakan ve hatta cumhurbaşkanı düzeyinde bile olmak üzere) arabasıyla yanınızdan geçip gidebiliyor avluda.

Avluda genelde Hristiyanların ve Türklerin ilgisini çeken bir detay var. Yukarıdaki fotoğrafta ayrıntılar pek belli olmasa da hafif solda kalan silindirip yapıda 2 tane rahip heykeli var. O heykellerden sağda olanı St. Nicolas' ya ait. Veya çoğu kimsenin daha iyi bildiği adıyla, Noel Baba.

Ortadaki kuyunun da etrafının tellerle kapatılmış olması dikkatinizi çekebilir. Bunun sebebi dekoratif amaçlardan ziyade içine düşen insanları kurtarmaya yönelikmiş.

Bu avluda fotoğraftaki haliyle sağ taraftaki koridorlara girerseniz ana kapıya ulaşıyorsunuz. Sol taraftaki koridorlardan geçerseniz ise karşınızda belki de saat kulesinden bile daha da etkileyici olan bir yapı geliyor; St. Vitus Katedrali .


Yukarıdaki fotoğrafta sadece ön yüzünün üst bölgesini alabildiğim katedral ihtişamıyla sizi büyülüyor adeta. 96 metrelik bir ana kuleye ve 82 metrelik ön kuleye sahip. 1929 yılında tam anlamıyla tamamlanabilmiş katedral 1344 yılında günümüzdeki haliyle yapılmaya başlanmış. Mimarisi, Prag şehrinin geneli gibi gotik mimarinin en uç noktalarını sizlere rahatlıkla sunabiliyor.


Yukarıdaki fotoğrafta görkemli mimarisini görebileceğiniz katedral aynı zamanda günümüzde cumhurbaşkanlığı sarayı olarak kullanılan binaların hemen yanında yer alıyor.


Katedralin sağ kanadında bulunan bu mozaik, kıyamet gününü tasvir ediyor. Sol kanatta yeniden doğumu, ortada İsa ve havarilerini ve sağ kanatta ise cezalandırmayı görüyorsunuz. Aya Sofya' da yer alan kıyamet günü mozaiği ile bir benzerliği ise yok malesef.


Neredeyse her katedralde görebileceğimiz yukarıdaki gibi gargoyle heykelleri, St Vitus Katedralinde de çokça bulunuyor. Asıl olarak su oluğu görevi görmesi için yapılan bu heykellerin bir amacı da, kapalı ve yağmurlu (bir diğer deyişle, ürkütücü) havalarda ağızlarından çıkan sularla fazlasıyla korkutucu bir görüntü oluşturması. Böylelikle dışarıdaki bu korkutucu görüntüden kurtulmak isteyen insanlar kiliseye sığınacak ve kilisenin sıcak ve sakin ortamı içerisinde huzur bulacaktı. Bir nevi beyin yıkama...



Bu bölüm beklediğimden uzun sürdü :)
Kale ile ilgili anlatacağım daha çok şey var ve bunları anlatınca 3. bölüme pek bir şey kalmayacağını farkettim. Bu yüzden bu bölümü de burada bitirelim. 3. ve son olmasını planladığım bir sonraki bölümde kaleyle ilgili bir kaç bilgi/anı daha paylaşıp kısaca şehir hayatına değinmeyi düşünüyorum. Bir sonraki yazıda görüşmek üzere.

En güzel anlarınız her anınız olsun :)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder