23 Ağustos 2014 Cumartesi

Ottokar'ın Şehri III

Bohemya topraklarının başkenti Prag' ı anlattığımız Ottokar' ın Şehri serisinin son bölümüne hoşgeldiniz :)
Bir önceki bölümde Tenten' den bahsetmiştim Prag Kalesi' ni anlatırken. Ondan da bir önceki bölümde Tenten' den bahsedeceğimden bahsetmiştim :) Tenten' den bahsettim mi size?



Kalenin içinde bırakmıştık hikayemizi. Oradan da devam edelim. Şehirde ve çoğu kaynakta anlatılana göre eski zamanlarda Bohemya kralları simyaya çok meraklıymış. Bu yüzden kalenin içinde simyacılar için özel bir yer bile ayarlamışlar. Ben de bir simyacı adayı kimyager olarak (her kimyager bir simyacıdır aslında :)  ) bu yerleri gezmeyi planlıyordum. Fakat bize Simya Müzesi olarak gösterilen müzenin yaklaşık 10 yıl önce kapandığı ortaya çıkınca kaleden ayrılmaya karar verdik. Bunun için St. Vitus katedralinin etrafından dolaşırken bir dikilitaşla, bir St. George heykeliyle ve kime ait olduğu tur rehberimizce bizlere yanlış aktarılmış olan şu heykele denk geldik.


Kimi yerde St. John' a, kimi yerde ise dönemin imparatoruna ait olduğu söylenen bu heykel ile ilgili asıl ilginç olan şey bize anlattığı olay.
Benim öğrendiğim efsaneye göre bu heykel krala ait. Kral katedraldeki ayine giderken halktan kimsenin giremediği koridorları kullanarak güvenliğini sağlarmış. Bir gün rahipler krala halk ile bütünleşirse halkın kralı daha çok seveceğini söylerek kralın katedrale halkın arasından geçerek gitmelerini sağlamışlar.
İşte o gün, kral halkın arasına indiğinde, katedralin kapısına ulaşana kadar halkın yoğun ilgisiyle karşılaşmış. Katedralin basamaklarını tırmanmış, kapının kolunu tutmuş, ve kapı açılmamış. Meğer kralın halkın arasına inmesini sağlayan rahipler ile bazı kötü kimseler işbirliği yapmış ve krala karşı bir suikast planı kurmuşlar. Katedralin içindeki rahipler kapıyı arkadan tutarak açılmasını engellemişler, kral dışarıda kapı kolunu tutarken de halkın arasına karışmış kötü kişiler tarafından öldürülmüş. O kadar çabuk ölmüş ki kral, olduğu yerde, kapının kolunu hala tutar pozisyondayken dizlerinin üzerine çökerek kalmış.
Ölü bedeni kızgın kimseler tarafından parçalara ayrılmadan önce, yukarıdaki heykelde gördüğümüz büyük kanatlı Azrail ve diğer küçük melekler tarafından huzura ulaştırılmış. Küçük heykellerin kralın ayaklarını öptüğünü görebilirsiniz. Kralın başında da kutsal kişiliğini gösteren hareyi görebilirsiniz.

İşte bu heykeli sol tarafınızda bırakarak yolunuza devam ettiğinizde ise kırmızı bir bazilikaya denk geliyorsunuz. Bu bazilika, Prag Kalesinin içinde yer alan korunabilmiş en eski yapı. St. George Bazilikası. Burasıyla ilgili anlatılan bir efsane ise Bohemya krallarının arasında tek kadın olarak göze çarpan Maria Theresa ile ilgili. Anlatılanlara göre, ve tarih kitaplarının yazdığına göre, Maria Theresa' nın babası Charles IV ölmek üzereyken yerine kimin geçeceği tartışılıyormuş. İmparatorun erkek çocuğu olmadığı için farklı aileler imparatorluğun kendi ailelerine geçmesi için büyük bir rekabet içerisindeymiş. Charles da krallığın başka bir aileye geçmemesi için o güne kadar görülmemiş bir karar vererek kızının tahta geçmesine karar vermiş. Bu karar ilk duyulduğunda çok büyük tepkiyle karşılanmış fakat tahta geçen Maria Theresa, tahtta kaldığı yıllar boyunca ülkeye en bereketli yıllarını yaşatmış, halk en mutlu zamanlarını geçirmiş. Efsane de diyor ki, Maria Theresa, imparator ünvanını bu bazilikada almış.

Bu bazilikanın yanında aşağı doğru inen bir yol var. Bu yoldan yürüdüğünüz zaman şehre iniyorsunuz, yolda bir sorunla karşılaşmazsanız! Merak etmeyin öyle tenha veya tehlikeli kimselerin cirit attığı bir yol değil burası :) Böyle söylememin sebebi, bizim büyük bir tehlike atlatmamız. Tehlike derken de düşme yuvarlanma falan değil, nezarete atılma tehlikesi :)
Bul karayı al parayı oyununu bilirsiniz. Bir kişi, bir taşı 3 kaptan birisinin altına saklar. Bu kapların yerlerini çok hızlı bir şekilde değiştirir ve siz de taşın olduğu kabı bulmaya çalışırsınız. 3 sefer bulabilirseniz ortaya konan bahsi kazanırsınız. Biz de bu yoldan aşağı inerken bul karayı al parayı oynatan birisine denk geldik. 2 turist yanında durmuş oynuyorlar. İzlemeye başladık. Adamlar 100€ ve üstü koyuyor ve kazandıkça kazanıyorlardı. İzlediğimi gören bahisçi bize de yem attı. Gelin oynayın diye. Oynamaya karar verdik, çünkü grubumuzdaki herkes neredeyse her defasında taşı bulabilmişti. Hepimizden çıkan toplam para 70€ olunca adam bahsi kabul etmedi ve oynayamadık. Tam pazarlık yaparken yanımızda bir el, ve elde de bir kimlik belirdi. Hızlı gözler bu kimliğin polis kimliği olduğunu görünce hızlı ayaklarla irtibat kurdu ve oradan kaçış anı başladı :)
Arkamızdan seslenen polisleri duymamış gibi yapan grubumuzun her üyesi Prag sokaklarında bir kanun kaçağı olarak dolaşmaya devam etti :)
Abartısı bir yana, sokak satıcılarına dikkat edin Prag' da. Özellikle exchange yaparım diyen dolandırıcı çok fazla.


Şehirde özellikle biz Türkler için önemli bir durak noktası var aslında. Bu öyle pek turist haritalarında falan gösterilen bir şey değil. Şehrin en eski kafelerinden olan Cafe Slavia' ya gittiğinizde bazı masaların ömür boyu rezerve edildiğini görüyorsunuz. Bu rezervasyonlardan birisi de Nazım Hikmet' e ait. Nazım ülkeden sürgün edildiğinde Prag' da kaldığı süre boyunca bu kafeye gelirmiş sürekli. Ayrılan masalarda ve kafenin duvarlarındaki fotoğraflarda kimler kimler yok ki. Devlet başkanlarından Nobel ödüllü isimlere kadar pek çok dünyaca ünlü ve saygıdeğer kişi hep bu kafenin koltuklarında oturmuş bir zamanlar.
Üstelik kafenin manzarası da yukarıda gördüğünüz fotoğraftaki gibi. Karşınızda akan Vltava nehri ve yanıbaşınızdan geçen bu tramvaylar. Nazım Hikmet boşu boşuna gelmemiş bu şehre ve kafeye...
( Not: Kafe, ünlü Dans Eden Ev' e giderken, nehri sağ tarafınıza aldığınızda, solda köşede kalıyor )

Hazır tramvay demişken, şehirde tramvaylara binmek için durağa girmeden önce bilet basmıyorsunuz. Biletinizi tramvayın içinde okutuyorsunuz. Cin fikirli millet Türkler, buna pek yanaşmıyor. Fakat aklınızda bulunmasında fayda var, biletsiz bindiğiniz farkedilirse ( habersiz kontroller yapılıyor), cüzdanınızı fazlasıyla hafifletecek bir cezayla karşılaşıyorsunuz.

Şehrin yine arayan gözler tarafından bulunabilecek bir başka noktası da Lennon Duvarı.


Biz gittiğimiz tarihler tam Gezi Parkı Direnişi zamanına denk geldiği için duvarın pek çok noktasında #Occupygezi gibi yazılara denk geldik. Yurtdışında buna denk gelmemiz hepimizin yüzünde bir gülümseme bıraktı :)
Bu duvar çeşitli ülkelerde bulunan birkaç Lennon duvarından birisi. Belli periyotlarla duvar baştan boyanarak bir nevi sıfırlanıyor ve ziyaretçiler tarafından dolduruluyor. Duvarda sabit kalan tek çizim ise fotoğrafta da gördüğümüz John Lennon motifi.
( Not: Bu duvara da barut kulesini arkanızda bırakarak girdiğiniz Charles Köprüsü' nü geçtiğinizde, ilk yoldan sola dönüp, kıvrıla kıvrıla uzayan yolu yürüdüğünüzde, yolun sonunda denk gelebilirsiniz )

Ulusal Müze' nin merdivenlerinden Wenceslas Meydanı

 
Ulusal Müze, en çok girmek istediğim yerlerden birisiydi aslında. Fakat kapılarına kadar gittiğimizde karşılaştığımız acı sürpriz bizi üzmedi değil; müze 2 yıllık bir tadilattaymış. Bu yüzden giremedik içeri. Hemen yanında yer alan Monarşi Müzesi' ne girdik. Beklentilerimizin çok çok altında kalan müzede Monarşi döneminde yaşamış halkın durumunu anlatan imitasyonlar ve dönemin kral ve evlendikleri kimselerin bazı eşyaları sergileniyor.
Bunun dışında, şehirdeki en yüksek turist potansiyellerinden bir diğeri olan Kafka Müzesi' ne de girdik.


Çağımızın en büyük yazarlarından kabul edilen Kafka, Prag doğumlu olduğu için şehrin çoğu noktasında Kafka ile ilgili eserlere denk gelebilirsiniz. Doğduğu ev ve okuduğu okul gibi bazı sembolik noktalar var. En önemli noktalardan birisi de bu müze. Müzede sergilenenler açısından pek dişe dokunur bir şey olmasa da özellikle müzenin tasarımı Kafka' nın iç dünyasını anlamanız için çok somut bir örnek. Labirent gibi koridorlar, değişik duvar ve sergileme tasarımları ve en çok göze çarpanı, dışarıdaki bu heykel, Franz Kafka' nın sıradışı düşünce tarzını incelikle ve sade imgelerle betimliyor. Bu heykelin tabanı ayrıca Çek Cumhuriyeti' nin haritası şeklinde dizayn edilmiş ve heykeller de doğu ve batıyı temsil ediyor.

Söylemeden geçmeyelim, sex müzesi, işkence müzesi gibi bazı çok ilgi çeken müzeler giden pek çok kişi tarafından hayal kırıklığı olarak anlatılıyor. Ben gitmediğim için bilemiyorum fakat dışarıdan gördüm, hepsi köşebaşı müzesi gibi duruyor. Şehirdeki dünyaca ünlü müzeleri gezmek varken pek cazip gelmiyor bu tür müzelere girmek.

Biraz da yeme içme işlerinden bahsetmek istiyorum. Domuz etiyle ilgili sıkıntılarınız varsa yemek konusunda biraz zorluk çekebilirsiniz. Hem çok para vermeyeyim hem de sağlıklı şeyler yiyeyim, hem de doyayım diyorsanız işiniz biraz daha zor :)
Öğünleri geçiştirmelik olarak dilim pizzalar fazlasıyla işinizi görecektir. Fakat dışarı çıkıp güzel bir yemek yemeye çalıştığınızda kişi başı en az 20€ gibi bir parayı gözden çıkartmanız gerekiyor. McDonald's, KFC, Sbarro gibi fast food zincirleri dünyanın her yerinde olduğu gibi burada da sık sık karşınıza çıkıyor. Hard Rock Cafe de yemek yemek için çok güzel bir alternatif olarak Astronomik Saat Kulesi' nin arka sokağında sizi bekliyor.

Yemeğinizin yanında içeceğiniz içki bira ise, yaşadınız. Çek Cumhuriyeti şehirlerinden birisi olan
Plzen, adından da anlayabileceğiniz gibi Pilsner bira çeşidinin doğduğu yer. Pale lager olarak tanımlayabileceğimiz pilsner biranın biz Türkler olarak en çok bildiğimiz ürünü tabi ki Efes Pilsen. Çek Cumhuriyeti sınırları içerisinde de bizim Efes biramız diye tanımlayabileceğimiz bir birayla karşılaşıyoruz en çok. Pilsner Urquell adıyla satılan bira, dünya coğrafyalarına yayılan ilk pilsner bira olarak biliniyor. Tadı hafif buruk ve içimi yumuşak.
Bunun dışında yine pek çok yabancı bira bulabilirsiniz her köşe başı markette. Fiyatlar 1€ civarında toplanıyor.
Biracılık açısından diğer önemli nokta ise, Prag sınırları içerisinde yer alan Brevnov Manastırı, bilinen en eski bira fabrikası.
Şehirde ale olsun stout olsun lager olsun her çeşit biraya kolaylıkla ulaşabilirsiniz. Özellikle Plzen şehrinde çok sayıda yerel biracılık şirketleri var. Çikolatalı biraya denk geldiğimi söylersem sanırım çeşitlilik hakkında bir şeyler oluşabilir kafanızda :)





Anlatmak istediğim çoğu şeyi anlattım 3 bölüm boyunca. Şu an aklıma gelmeyip daha sonra keşke bahsetseydim dediğim şeyler birikirse, belki bir 4. bölüm gelebilir, neden olmasın :)
İnternette veya turist bürolarında, her yerde karşınıza gelebilecek bilgilerin dışında şeyler anlatmaya çalıştım genelde. Mesela şehirde kocaman (ama gerçekten kocaman, 23 metre) bir metronom var. Bu metronomun, eskiden orada bulunan ve o zamana kadar yapılmış en büyük Stalin heykelinin yerine yapıldığını pek çok yerden okuyabilirsiniz (giderayak yeni bir bilgi de verdik hadi bakalım :) ).

Ben bu şehri dolaşırken aldığım zevki, bu yazı serisini yazarken tekrar hatırladım. Umarım sizler de okurken iyi vakit geçirebilmişsinizdir. Bu güzel şehrin hayvanat bahçesinde karşılaştığım aşağıdaki dostlarım sizlere iyi günler diliyor efendim...

http://www.zoopraha.cz/ 


En güzel anınız, her anınız olsun. Görüşmek üzere. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder